Mouse İle Üzerine Geliniz

Mouse İle Üzerine Geliniz -----))--@

28 Ocak 2011 Cuma

Çobanın Aşkı ...

Aşıktı genç çoban.Sevgilisinin isminden başka birşey bilmediğinden mi,konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez,arkadaşı anlatıyordu onun halini:

     - Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu,yemiyor,içmiyor,işi gücü,gecesi gündüzü,havası suyu o kız oldu sanki.Ne desem kar etmiyor,son bir çare diye geldik size. Halbuki "sen bir garip çobansın,o padişahın kızı,davul bile dengi dengine" dedim ya,dinlemiyor efendim,ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar,değil mi efendim...

       İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden zırh giydirmişçesine zayıf, çelimsiz,saçı sakalına karışmış,uzaklara dalıp dalıp giden gözlerinde aşktan gayrisi kalmaya diğer çobanı süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü  nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti.

    -Kolay evlat kolay ,dedi,çaresizseniz çare sizsiniz.Ve anlatmaya başladı.

İki genç çobanın,çökmek üzere olan bu dağ kulübesinde dertlerine derman aradıkları ihtiyar adam,aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı,her meselesini danıştıgı bir bilge idi.Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan;burada yaşamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim oldugunu.O günden beri de bu kulübede yaşıyor,gelen geçene ikram edip,gül alıp gül satıyordu.Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilecekti bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan oldugunu.

          Aşık genç,ihtiyar adamın dediklerini dinledikten sonra,her şeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:

      -Sahiden bu kadar kolay mı efendim,dedi.Yani mağrada elimde tesbih,kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim,onunla evlenebilir miyim?

      -Evet,dedi bilge,kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin,kırk gün sonra padişahın kızı senindir.

       İki dost hemen yola çıktılar,aşık çobanın yüzüne kan,dizlerine derman,yüreğine yeniden can gelmişti.Arkadaşına sarılıp,elinde tesbih,gönlünde aşk,yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm,mağaranın yolunu tuttu.Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü,dualar etti,gözlerini kapattı,kalbini padişah kızına bağladı,eline tesbihini aldı ve dudakları kıpırdamaya başladı: Allah,Allah,Allah…

       Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tesbih taneleri birbirini kovalayadursun,mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami karşısında ihtiyarlar,çeşme başında kadınlar,tarlada işçiler,oyun oynarken çocuklar,herkes onu konuşuyordu:

       -Şu karşı mağarada bir genç varmış,kendini Allaha adamış,gece gündüz Allah diyormuş,Allah Allah…

       Aşık dostunun ne halde oldugunu merak eden genç çoban,mağaraya geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile.Bizimkini gözleri kapalıydı,dudaklarının da kıpırdamadıgını görünce uyuyakaldı herhelde diye düşündü.Tesbih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de,bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam,karşısında arkadaşını görünce,günleridir yanlızlıgıyla paylastıklarını birbiri ardınca anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası gitmişti,o durmadan Allah diyordu,ama ne padişahın kızı vardı,ne bir haber,ne de bir ümit kırıntısı…Acaba diyecek oluyor,yutkunuyordu,hayır diyor,tesbihine bakıyor,bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor,avuçlarını sıkıyor,gözleri doluyordu.Vedalaştılar.Ay ışıgında dostunun gözlerine yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.

       Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı,gözlerini kapattı,boynunu neye bağlayacaını bilmediği kalbine doğru büktü,dudakları kıpırdamıyordu artık,sustu gece,mağaranın duvarları sustu,tükendi her şey,hiç tükendi,an bitti,sadece bir söz kaldı kalpte: Allah…

       Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala,mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış,nihayet sarayın koridorlarında konusulur olmuştu.Meselenin aslını merak eden padişaha,bu insanların sürekli biryerde kalmadıklarından,bulundukları mekana bereket getirdiklerinden,neyapıp edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetti başveziri.Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah,nasıl yapması gerektiğini bilmediği zamanlarda her zaman yaptıgı şeyi yapıp bilgenin yanına gider ve durumu anlatır.Baş vezir yapacağına kadar,sarayının yanına saray yaptıracağına kadar her şeyi söyler bilgeye, bilgenin

       -Hünkarım,gönül erleri mala-mülke,makama itibar etmezler,demesiyle son buldu.

Kaderdi bu,padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür,birinin derdini diğerine derman eyler,ikisini de aynı tebessümle bahtiyar ederdi,Güldü ihtiyar:
       -Neden kerimenizin nikahını teklif etmiyorsunuz sultanım dedi.Şaşırma sırası padişaha gelmişti.
       -Nasıl yani diyebildi,bu şerefi bize lütfeder mi,kabul ederler mi?

       Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının üstünden… Padişah ve ihtiyar bilge en önde,arkalarında vezirler,onların arkasında halktan meraklı kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı,mağaraya doğru yürümeye başladılar.Bu arada bizim aşık kendisinden öyle geçmiş,tesbihiyle öyle özdeşleşmiş ki,gelenler içeri girseler ve bir tesbihten başka bir şey bulamasalar şaşırmazlardı.

       Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi,ellerini bağladı,duyulması güç bir sesle;
        -Efendim, dedi,sizleri ziyarete geldik.
 
       Yavaşça başını çevirdi aşık,sonra bütün vücuduyla döndü,gözlerinde en ufak şaşkınlık emaresi yoktu,sapsarı bir heykel gibiydi.Herkes heyecan içinde.Vezirleri,halk,genç çoban,mağara,tesbih,sessizlik,duvar… Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş,kafasını mağaranın içine doğru uzatarak olup biteni görme telaşındaydı.

       Padişah meramını anlattı,türlü türlü tekliflerde bulundu.Ne saray,ne vezirlik,ne tuğ ne de sancak,hiçbirinde gözü yoktu dervişin.

       -Efendim diyebildi en son sessizce,benim bir kızım var efendim,zat-ı alinize değil belki,ama lütfeder nikahınıza alırsanız bizi bahtiyar edersiniz…
       Kırk günlük çile nihayet bitmiş,olmaz denilen olmuştu.İşte aşık maşukuna kavuşacak,murad hasıl olacaktı.Bizimkinin arkadaşı sevinçten ağlıyordu.Soru ve cevap sanki bu sorulsun,cevabı verilsin diye yaratılmıştı.Sessizlik ilk defa bağırmak,haykırmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydı.

       Usulca doğruldu oturdugu yerden,etrafını şöyle bir süzdükten sonra,gözlerini padişahın gözlerine dikti,sarhoş gibiydi.Kendinden emin bir ifadeyle:

       -Hayır,dedi,kızınızı istemiyorum.

       Birden ortalıgı bir sessizlik kapladı.Padişah mahzundu,halk hayret içindeydi,vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor,bilge tebessüm ediyordu.Aşık çobanın arkadaşı yaşlı gözlerini silip birden atılarak bozdu sessizliği.Dostunun yanına geldi,kulağına eğilip:

       -Sen ne yapıyorsun,dedi,kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen,neyi reddettiğinin farkında mısın?

       Güldü aşık çoban,gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:

       -A ,dedi,ben kırk gündür bir padişahın kızı için Allah dedim,Allah padişahla vezirlerini ayagıma getirdi.Ya bir de Allah için Allah deseydim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder