Mouse İle Üzerine Geliniz

Mouse İle Üzerine Geliniz -----))--@

4 Ocak 2011 Salı

İslâm Dâvâsına Sâhip Çıkanlar Asla Unutulmazlar

Özellikle sıkıntılı anlarda, şartların çok zorlaştığı bir ortamda ve herkesin bazı bahanelerle bir kenara çekildiği bir dönemde  İslâm dâvâsına sahip çıkanlar asla unutulmazlar. Meselâ:
İlk Muhâcirler ve Necâşî unutulmuyordu:
İnandıkları gibi yaşayabilmek ve O’nun adını etrafa duyurabilmek için çocuklarını, akrabâlarını ve çok sevdikleri o mübârek diyarlarını terk ederek uzak diyarlara, Habeşistan’a giden o İlk Muhâcirler unutulmadıkları gibi, ülkesinin kapılarını sonuna kadar açmakla onlara tam sâhip çıkan ve ülkesinde dinlerini diledikleri gibi yaşayabilecekleri ve inandıkları gibi hareket edebilecekleri garantisini veren Habeş Kralı Necâşî de unutulmuyordu ve unutulmuyor.
Evet Necâşî, Mekke’de müşrikler tarafından kendilerine inanç ve ibadetle ilgili hiçbir hak tanınmayan ve bu yüzden akıl almaz eziyetlere maruz kalan  Müslümanlara sahip çıkmış ve inandıkları gibi yaşamaları hususunda onlara ülkesinin bağrını açmış ve inanç ve ibadetle ilgili her türlü hakkı sonuna kadar onlara tanımıştı. İşte Necâşi, o çok kritik bir anda, yani kimsenin sahip çıkmadığı ve sahip çıkmaya cesaret edemediği  bir zamanda Ashâb Efendilerimiz’e sâhip çıktığından ötürü, kimseye nasip olmayan bir şerefe ve imtiyazlı bir fazilete nâil olmuştu. O şeref ve fazilet de şu idi:
Necâşî Habeşistan’da vefat ettiğinde, Medîne-i Münevvere’de bulunan Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, Yüce Allah’ın bildirmesiyle onun vefatından haberdar oldu ve meâlen “Yüce Allah, yıllarca önce size kimsenin sahip çıkmadığı bir zamanda, size ve İslâm’a sahip çıkan Habeş Kralı Necâşî’nin vefat ettiğini bildirdi.” dedi. Sonra da Ashâbı ile birlikte kalkıp gıyâbî olarak Necâşî’nin onun cenaze namazını kıldılar. (Müslim, cenâiz, 22)
* * *
Ebû Süfyan unutulmuyordu:
Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Mekke devrinde, özellikle de Hz. Ömer (r.a.)’in Müslümanlığından önce çok ciddi hakâretlere ve çok fenâ muâmelelere maruz kaldığı zaman, Ebû Süfyan’ın evine iltica ederse, o evde himaye görürdü. Bir defasında gözü dönmüş müşrikler, Hz. Fâtıma vâlidemizi dövmüş ve ona işkence etmişlerdi. Bunu gören Ebû Süfyan, devreye girip Hz. Fâtıma Vâlidemizi almış, evine götürmüş ve ona bir kısım ikramlarda bulunmak suretiyle onun kırık olan gönlünü almıştı.
İşte O Vefâ İnsanı, Ebû Süfyan’ın bu iyiliğini hiçbir zaman unutmamış ve hicretin sekizinci yılında gerçekleşen Mekke’nin fethinde “Silahı bırakanlara, Ebû Süfyan’ın evine girenlere veya Ka’be’ye sığınanlara dokunulmayacağını” ilân etmişti. Hem belki bu yüzdendir ki, Ebû Süfyan yaşlanmış olduğu halde kendisine iman nasip olmuş ve İslâm’a girmişti. Halbuki yaşlanmış bir kimsenin, o zamana kadar savunduğu hususları bırakıp inkar ettiği hususları kabul etmesi çok zordur ve çok ender olan bir durumdur.
* * *
Sürâka b. Mâlik b. Cu’şum unutulmuyordu:
Sürâka b. Mâlik b. Cu’şum, hicret esnâsında müşrikler tarafından ortaya konulan büyük ödülü almak için, Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem’i takip etmiş  ve yanlarına kadar varmıştı. Fakat atının ayakları iki üç defa kuma saplanınca maksadına erişemeyeceğini anladı ve Ondan “emân” diledi.
Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem de ona “emân” verdi. Hem de daha sonraları kendisine dokunulma- yacağına dâir eline bir de “Emân mektûbu” verdi. Sonra da ona dedi ki: “Bizi gördüğünü kimseye söyleme. Hem git ve öyle yap ki, başkası gelmesin.”
Sürâka, beklemeden Mekke’ye döndü. Mekke’de Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem ile Hz. Ebû Bekr (r.a.)’i Medîne yolunda gördüğünü kimseye söylemediği gibi, “Ben oralara baktım; kimseyi göremedim. Boşuna uğraşmayınız” demek suretiyle o tarafa gitmek isteyenleri de engelledi ve gerçekten sözüne sâdık çıktı. (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr: 45)
Şimdi Hz. Sürâka diyor ki: Yıllar sonra Huneyn Gazvesi esnâsında  yanına gidip de o mektubu gösterince, Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bana,
 “Hâzâ yevmü vefâin ve birrin”, yani “Bugün vefâ ve iyilik günüdür.” buyurdu ve “Yaklaş, yanıma gel.” dedi. Ben de yanına yaklaştım. İşte o anda içim Ona tamâmen ısındı ve hemen oracıkta Müslüman oldum.
Bir gün Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem Hz. Sürâka’ya, İran’ın fethedileceği ve onun da, Kisrâ’nın altın bileziklerini yani tâcını giyeceği müjdesini vermişti. Nitekim Efendimiz’in haber verdiği bu hâdise, yıllar sonra Hz. Ömer (r.a.)’in hilâfeti devrinde  aynen gerçekleşti.
* * *
İşte kritik bir zamanda yapılan iyilik ve aklı ağlatan son derece ibretli bir hâdise daha:
Şirk ve küfrün ne derece korkunç bir vahşet ve menfur bir haslet olduğunu, îmân ve tevhid ise ne derece yüce bir haslet ve başlıca bir huzur kaynağı olduğunu bilmek ve anlamak istersen, şu ibretli hâdiseyi dikkatlice oku ve güzelce anlamaya çalış. Doğrusu arz etmeye çalışacağım şu can alıcı ve çok düşündürücü hâdise veya hâdiseler karşısında, sâlim akıl çaresizlikten ancak gözyaşı döker ve ancak döktüğü gözyaşlarıyla teskin olmaya çalışır. Şöyle ki:
Îmân, insanın kalbine zayıflara karşı merhamet ve insaf duygusunu ve mütekebbirlere karşı da şehâmet rûhunu aşılar, insanı olgunlaştırır ve onu â’lây-ı ılliyyîn’e yükseltir. Küfür ise, insanın kalbindeki acıma ve insaf etme duygusunu tamamıyla yok eder, insanı canavarlaştırır ve sonunda onu aşağıların aşağısına atar. İşte bunun çarpıcı bir örneği:
Mekke müşrikleri, Tâif dönüşünde Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’i Mekke’ye sokmuyorlardı. Müşrik- lerin ileri gelenlerinden birisi olan ve seksen yaşlarında bulunan Mut’im, bunu duyunca vicdanı sızlamış ve Mekke’ye girebilmesi için Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’i himâyesine almıştı. Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem onun bu iyiliğinden sonra ancak Mekke’ye girebilmişti.
İşte Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, Mut’ım’in bu iyiliğini hiçbir zaman unutmamıştı. Öyle ki, onun bu iyiliğine karşılık olarak, onun oğlu olan Cübeyr’in  Bedir esirleri hakkındaki iltimâsını kabul etmiş, esirleri serbest bırakmış ve ona şöyle demişti:
Eğer baban Mut’ım sağ olup iltimâsa ve aracı olmaya
gelseydi, bunların ölmüşlerini bile ona verirdim.”
İşte kâmil derecesindeki bir îmânın insana bahşettiği şefkat, mürüvvet ve vefâ duygusu..
Şimdi de şirk ve küfrün insan ruhuna verdiği vahşeti görmeye ve anlamaya çalışalım. Buna en çarpıcı örneklerden birisi, Hz. Hamza (r.a.)’nın Uhud gazvesinde şehid edilmesi hâdisesidir. Şöyle ki:
Yukarıda görüldüğü gibi Mut’ım’in oğlu Cübeyr, Bedir Gazvesinde Medine’de esir olarak tutulan Kureyşli esirlerin kurtarılması için Mekke’den gelip Hazret-i Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem’e iltimasta bulunmuş; Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem de onun bu iltimasını kabul etmiş ve esirleri ona bağışlamıştı. 
Şimdi asla unutulmaması gereken böyle bir iyiliğe rağmen, küfürden kaynaklanan şu ruh vahşetine ve şu kalb katılığına bakın ki, müşrikler Bedirde kaybettikleri akrabâ- larının ve uğradıkları yenilginin intikamını almak üzere hemen savaş hazırlıklarına başladılar. İşte bu esnâda yukarıda adı geçen Cübeyr, kölesi olan ve mızrak atmada çok maharetli olan, ancak henüz Müslüman olmamış olan Vahşi’yi  çağırıp ona şöyle dedi:
 “Eğer Müslümanların en ileri gelen kahramanlarından olan Hamza’yı şehid edersen, seni kölelikten  âzat edecek ve seni hürriyetine kavuşturacağım.”
Ebû Süfyan’ın karısı olan Hind de Vahşî’ye, Hz. Hamza’yı şehid etmesine karşılık olarak pek çok ödüller vereceğini söyledi.
 İşte küfrün insan ruhuna verdiği vahşet, insan aklına verdiği nankörlük ve insan kalbine aşıladığı körlük...
  Şimdi en büyük iyiliğe karşılık olarak, en büyük kötülüğü yaptıran şirkin ve küfrün bu derece çirkin olan menfur yüzünü bir nebze olsun gören ve  az da olsa düşüne- bilen ve anlayabilen bir kimse, böylesine insafsızlıktan, vicdansızlıktan ve vahşetten ibaret olan bir küfürden hiç tiksinmez ve nefret etmez mi?
Hem bu vahşeti hayretler içerisinde seyreden ve hemcinslerinin bu türlü davranışlarından teberrî eden sâlim bir akıl, gördüğü bu tür manzaralar karşısında “bu derece bir nankörlük ve böyle bir vahşet olamaz” deyip haykırmasın ve bir an önce sükûnete ermek için gözyaşlarını ceyhûn etmesin de ne yapsın?
Allah bizlere insaf versin. Gaflet ve cehâlet perdelerini üzerimizden kaldırsın ve cümlemize hakikati görecek gözler, anlayacak akıllar ve kavrayacak kalbler ihsan etsin. Âmîn...
 Kaynak:Aklın Gözyaşları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder