Mouse İle Üzerine Geliniz

Mouse İle Üzerine Geliniz -----))--@

25 Ocak 2011 Salı

Sorumluyuz!

“İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?”(1) ayeti insanın sorumluluk sahibi bir varlık olduğunu vurgulamaktadır. Kişinin kendisine karşı sorumluluğunu bilmesi, ailesi ve çevresine karşı sorumluluklarını bilmesinin altyapısıdır. Kişinin kendisine karşı sorumluluğu şüphesiz yaradılışı ile alakalıdır. Akıl sahibi, mükerrem ve Rabbinin hitabına muhatap olan insan, bu değerinin farkında olmalıdır. İnsan kendisini değerli yapanın bu sorumluluk olduğunu unutmamalıdır.
Kendi değerini ve önemini fark eden Müslüman, toplumsal sorunların da muhatabı olduğunu aklından çıkaramaz. Yaradılış ve iman kaynaklı potansiyel değerini davranış bilincine dönüştürür, sahip olduğu değerleri hayat haline getirirse çevre ile kendisinin de güzelleştiğini görecektir. Ferdi ve sosyal sorumluluk esasında iç içe geçmiştir. “ O muttakiler; gabya iman ederler, namazlarını ikame ederler ve verdiğimiz rızıktan infak ederler.”(2) Ayeti sosyal sorumluluk – infak, zekât, sadaka- olmadan takvanın olmayacağını göstermez mi? Ayetin Kur’an’ın hemen başına yerleştirilmiş olması da dikkat çekicidir. “İman edip salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç insanlık ziyandadır.”(3) derken Asr Suresi de bu hakikati haykırmaktadır. Hakikatin tavsiyesi ve yaygınlaştırılmaya çalışılması ferdi kurtuluş için vazgeçilmezdir.
Komşusu aç iken tok yatmayı imana yakıştıramayan bir dinin, komşusu iman zafiyeti içindeyken, ibadet ve kulluk zafiyeti içindeyken rahatça yatmaya izin verebileceğini düşünmek ne kadar doğrudur? Komşumuzun aç midesini doyurup ecir alacağız da aç kalmış kalbini, aç kalmış veya yanlış beslenmiş zihnini ihmal edebilecek miyiz? Doyurulmayan mide en fazla insanın ölümüne sebep olur ki bu durum açlıktan ölene ahiret cezasını gerektirmez. Peki, imansızlık, namazsızlık, ibadetsizlik, ahlaksızlık ve terk edilmeyen haramlar yarın insanın başına ne işler açar dersiniz. Hadis-i şerifi duymuşsunuzdur. “İman yetmiş küsur şubedir; en üstünü La İlahe İllallah sözüdür. En alt derecesi de yollardan eziyet verici şeyleri kaldırmaktır.”(4) Yollardan eziyet verici şeyler kaldırılmasa ne olur? İnsanlar görüntüsünden, kokusundan rahatsız olabilir, bir engel ise takılıp düşebilir, zarar görebilir. En fazla ne olabilir? Engele çarpar, takılıp düşer ve ölür. Bu ölümü nedeniyle azap görür mü? Elbette hayır. Basitçe göze, kulağa, burna, ayağa takılacak ve eziyet verecek engellerin kaldırılması imanın gereğidir. Fakat yollarda nice manevi engeller var ki takılanın ebedi hayatına kastediyor. Azaba müstahak yapıyor. O halde rahatlıkla diyebiliriz ki yollardan manevi engelleri kaldırmak da imanla alakalıdır, imana dâhildir, iman gereğidir ve zaruridir.
“Sizden önceki asırlarda yeryüzünde (insanları) bozgunculuktan alıkoyacak faziletli kimseler bulunsaydı ya! Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı müstesnadır (bunlar görevlerini yaptılar). Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Zaten günahkâr idiler.”(5) buyuruyor Rabbimiz. Sorumluluğumuz daha güzel nasıl izah edilebilir? İnsanları fenalıktan alıkoyacak faziletli kimseler olmamız isteniyor. Bu sorumluluğun ifasına engel olarak, kendilerine verilen refahın peşine düşmekten bahsediliyor. Dünya refahının, ziynetinin, süsünün peşinde olmak bahanesiyle vazife terk edilirse bu duruma açıkça zulüm diyor Rabbimiz. Cennet denilince kılımız kıpırdamıyor, ucuzluk, indirim, bedava deyince birbirimizi eziyorsak, cehennem deyince korkmuyor, para cezası deyince uykularımız kaçıyorsa Allah-u Teâlâ’nın rıza ölçüsüne ne kadar yakınız. Lütfen bahane ve mazeret üretmeyelim. Hatamızı üzerimize alalım. Yusuf aleyhisselam gibi “Ben nefsimi temize çıkarmam.”(6) demeyi bilelim.
“Size ne oldu da Allah yolunda ve (Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!) diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaş mıyorsunuz!”(7) ayeti zavallı erkek, kadın ve çocuklar uğrunda bir miktar zaman ayırın, biraz sadaka ayırın biraz fedakarlık yapın demiyor. Can ortaya konulacak savaştan söz ediyor. Kişinin canını ortaya koyması fedakârlığın zirvesi değil midir? Şehitliğin mükâfatı bu nedenle büyük değil midir? İşte Müslüman tavrı, Müslüman bakışı, Müslüman kimliği budur. Bu ölçü bizden iman isteyen Rabbimizin ölçüsüdür. “İşittik ve İman ettik”(8) Rabbimiz çağrını işittik ve istediğin şekilde iman ettik, kendimizce değil istediğin gibi, işimize geldiği kadar değil, istediğin ve razı olacağın kadar. Müslümana yakışan budur. Ama yapamam, ama zor, ama yorucu, ama bana ne… demek O’na isyan olmaz mı? Herkes refah peşindeyken siz çileyi üstleniyor, herkes keyif peşindeyken siz derdi paylaşıyor, herkes ben derken siz yetim, muhtaç, aç, garib diyorsunuz. Fıtratta var olan vicdan bozulmamış, silinmemiş ve faal. Manevi değerleriniz hayata yön, topluma huzur ve sükûn vermiş. Siz ayeti ve ölçüyü iyi anlamışsınız: “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.”(9)
1- Kıyame, 75/36
2- Bakara, 2/3
3- Asr, 103/2-3
4- Müslim, İman, 58; Tirmizi, İman, 6; Ebu Davut, Sünnet, 18 ; İbn-i Mace, Mukaddime, 9
5- Hud, 11/116
6- Yusuf, 12/53
7- Nisa, 4/75
8- Bakara, 2/285
9- A-li İmran, 3/102 

Yazar:Murat Kaynar   Kaynak:İlk Adım Dergisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder