Mouse İle Üzerine Geliniz

Mouse İle Üzerine Geliniz -----))--@

27 Şubat 2011 Pazar

26 Şubat 2011 Cumartesi


Aydan geceyi, güneşten gündüzü var eden,,
İnciyi midyenin midesinde, balı arının peteğinde var eden,,
yağmurdan baharı topraktan çiçeği var eden,,
Kalbimizi yoktan var eden RABB/imiz''e HAMD olsun ..
ALLAH'ım!
Kalbimize nakşettiklerin için SANA şükrediyoruz...
 Acıların karşılığında CENNET/i sunduğun,
günahlarımızı rahmetinle affettiğin,
sevgiyi bize verdiğin için SANA şükürler olsun...
Yüce ALLAH'ım,
bizleri bu zor İmtihanda başarıya ulaştır İnşaAllah...
Amİn.

25 Şubat 2011 Cuma

Keşke bununla imtihan edilmeseydim diyenler!

Dert söyletir!” demiş büyüklerimiz. İnsan acı çektiği zaman her şeyi söylüyor. Her şeye, herkese isyan etmek istiyor. Acıyla inleyen bir insanın iniltileri gibi, ne dediği anlaşılmaz acılı insanın.

Bazen, “Niye ben?” diye sorar insan. “O kadar insan var, o kadar kötülük yapan var. Niçin onlar değil de ben?” Acıyı kendine yakıştıramaz insan.
Bazen, “Keşke!” diye başlayan pişmanlıklar yakar acılı insanın yüreğini.
Bazen, “Bir daha mı…?” diye başlayan, acıyla alınmış hayat dersi dillendirilir.
Bazen, “Keşke bununla imtihan edilmeseydim! Başka acılarım, sıkıntılarım olsaydı da, bu acıyı yaşamasaydım!” diye isyan eder insan.

“Keşke bununla imtihan edilmeseydim!” diyenler, imtihanı anlamamış demektir. Hangi öğretmen yazılıda soruları öğrencilere hazırlatır ki? Okullarda ki imtihanlarda bile soruları seçme özgürlüğümüz yok iken, hayat imtihanında soruları / sorunları seçme özgürlüğünü beklemeye hakkımız olur mu?

Keşke…!
Bir öğrencimin felçli çocuğu dünyaya gelmiş. Anne olarak evladını çok sevdiğini, ancak evladıyla imtihan olmanın ağır geldiğini anlatmıştı. “Her zorluğun acısı vardır. Ancak evlatla imtihan edilmek çok zor geliyor bana!” diye üzüntüsünü belirten öğrencime, teselli vermem imkansızdı. Ancak, öyle bir özeleştiri yaptı ki, ben onu teselli edememiş olsam da, o bana çok güzel bir bakış açısı kazandırmıştı.

Annesi sürekli kaynanasından çektiği sıkıntıları anlatmış yıllarca. Babaannesini hiçbir zaman sevememiş, annesinden dinledikleri yüzünden. Ablası evlendiğinde de, aynı sıkıntılar evde hep konuşulmuş. Ablası evde sürekli kaynanasını kötülüyormuş.

Öğrencim o kadar çok dolmuş ki kaynana merkezli aile sıkıntılarından, “Yarabbi, bana kaynana sıkıntısı yaşatma da, ne dert verirsen ver!” dermiş kendi kendine. Annesi ve arkadaş çevresine, asla kaynana ile yaşamayacağını, mümkünse annesi ölmüş birisiyle evlenmeyi tercih edeceğini söyleyip dururmuş.

Allah duasını kabul etmiş! Kendisini istemeye gelen kişinin, annesinin ölmüş olmasına, içten içe sevinmiş. Güzel bir düğünle evlenmiş. Beş yıl içerisinde iki tane sağlıklı çocuğu olmuş. Kaynana derdi (!), annesinden ve kız kardeşinden dinlediği bir nostalji olarak kalmış hayatında.

Üçüncü evladı sakat olarak dünyaya geldiğinde, hüzün bulutları çökmüş evlerine. Aylarca kabullenememiş sakat bir çocuğu. Sakat bir çocuğa ömür boyu bakmak zorunda kalmak çok ağır geliyormuş. Evladının çektiği acıya mı yansın, evladının çektiği acıyla yanan yüreğine mi? Zamanla alışmış ve kabullenmiş bu sıkıntısını.

Tüm bunları bana anlatan öğrencim, gözlerinden akan yaşlarla, “Keşke bende kaynana sıkıntısı çekseydim de, evladım sağlıklı olsaydı!” dedi.

Tüm içtenliğiyle bana bunları anlatan öğrencim, “Öğrencisinden hayat dersi almış bir öğretmenin mutluluğunu” yaşattı bana. “Keşke bu acıyla imtihan edilmeseydim!” diyen herkese anlatıyorum bu hayat dersini.

* * * * * * *

“Ben niye kuyuya atıldım?” diye üzülen Yusuf (as), Mısır’a Sultan olacak yolun, kuyudan geçtiğini bilmiyordu. Kuyu da Yaratıcısına teslim olan Yusuf, saraya girdi. Saray’da ilahi ahlaka teslim olan Yusuf (as), zindanla cezalandırıldı. Zindan, Mısıra sultan olma yolunda ki son basamaktı.
“Keşke bu acıyla imtihan edilmeseydim!” diye isyan etmeyen Hz. Yusuf (as), herkese ders veriyor.

Ateşe atılan Hz. İbrahim (as), ateşten oluşmuş közlerin, gül bahçesine dönüşeceğini bilmiyordu. Sadece teslim olmuştu.
“Keşke bu acıyla imtihan edilmeseydim!” demeyen Hz. İbrahim (as), en acı imtihanlarda teslim olmanın güzelliğini gösteriyor hepimize.

Babası İbrahim’in (as) bıçağı altına yatan İsmail (as), bıçağın kesmeyeceğini bilmiyordu. O (as), Allah’a (cc) ve babasına teslim olmuştu.
“Keşke bu acıyla imtihan edilmeseydim!” diye hüzünlenmeyen Hz. İsmail (as), yolumuzu aydınlatıyor.

Mekke’den kaçarcasına Hicret etmek zorunda bırakılan Peygamberimiz (as), Mekke’nin fethinin Hicretten geçtiğini bilmese de, Hicret etti. Memleketini terk etme emrine teslim olmuştu sadece.

* * * * *
Teslim olmak, Hicret’i, Hicret fetih kapısını açar.
Allah’a teslim olan, Mekke’yi teslim alır.

Teslim olmak, ateşi gül bahçesine çevirir.
Allah’a teslim olanı, ateş bile yakmaz.

Teslim olan, kurban olmaz.
Allah’a teslim olanı bıçak bile kesmez.

Teslim olan, kuyudan saraya, zindandan tahta çıkar.
Allah’a teslim olan, kuyudan saraya girer.
Allah’a teslim olan, zindandan tahta çıkar.

“Keşke bununla imtihan edilmeseydim!” diyenler, başınıza gelene teslim olun!
Acılara değil, acıları verene teslim olun!


Sait ÇAMLICA
Eğitimci – Yazar

23 Şubat 2011 Çarşamba

Bir gün namaza giderken


Hz. Gavs'i KASRİ K'S'A Bir gün namaza giderken yanındaki mollaları ile, cami'ye sadece abdest ihtiyacını gidermek için gelen biri'ne mübarek abdest al namaza gel bizimle buyurdu.. bunun üzerine mollalar: KURBAN bu adam normal'de namaz kılmaz ki bu'da bu seferlik olur arkası gelmez bunun üzerine GAVS'I KASRİ K'S'A BUYU...RDULAR: ONU 70 BIN YİL CEHENNEMDEN KURTARSAK ODA BIRŞEY'DIR... Burdan anlaşılıyor ve mürid'lere verilen bir teşvik ve telkin var... kişi o ki yalnızca kendisine vesile olması değil başkalarının'da hayri'na müsebbib olabilmesi'dir... Sofi odur ki konuşmadan vaaz edebilsin. Bu'da yaşayış ile belli olur..
En tesirli vaaz yaşam biçimi'dir.

20 Şubat 2011 Pazar

HAYKIRSAM ..

Ağlasam hıçkırıklarımı duyarmısın?

Acırmısın şu zavallı halime,

Onca günahıma rağmen kabul edermisin beni,

Ümmetim dermisin Ya RasulAllah,

Herkesin nefsi nefsi dediği o günde

Kimsenin kimseye faydası olmayan o günde,

Anaların çocuklarından kaçtığı,cehennemin kıvılcımlar saçtığı o dehşetli mahşer gününde,

Benide hatırlarmısın?

Katarmısın benide kurtuluş kervanına,

Beni de alır mısın yanına Ya RasulAllah,

Sana layık ümmet değilim bu bir gerçek,

Ama sende olmasan kim şefaat edecek.

Ne olur Ne olur.!

Bir sabah Sen uyandır beni uykumdan,

Senin tatlı sesin okşasın kulaklarımı,

hayalin kucaklasın sabahlarımı,

İSTEMEM güneş doğmasın gecelerime

Senin eşsiz cemalin süslesin rüyalarımı

ve MEDİNENDEN BİR HABER SAL şu aciz ümmetine

Koşa koşa  geleyim SANA YA RASULALLAH,

koşa koşa geleyim

Yetişemesem bile yollarında ölürüm.

Haykırsam feryadımı duyarmısın?

Bakarmısın katran karası yüzüme

Ben dara düşmüş kimsesiz bir GARİBİM,
SEN lutfedip gülermisin yüzüme?

Dünya hayatı ZEHİR OLDU adeta,

Lakin dar-ı ukbada SEN bırakma beni,

KORKUYORUM YA RASULALLAH,

SIRATTAN geçerken düşeceğimden korkuyorum,

ALLAH'IN AZABINDAN korkuyorum,

Yüzüme bakmayacağından,beni hatırlamayacağından korkuyorum,

NE OLUR uzat ellerini TUT ELLERİMİ

Elimden tutacak kimsem kalmadı bu dünyada,

HEP KIŞLARI YAŞARIM bahar SENİN yanında,

Hazana erdi ömrüm, ne olur benide al Yanına.

Razıyım,kurban edip yatırsanda yerlere

Peşinden sürüklenmeyede razıyım,uğrunda ölmeyede..

UĞRUNDA ÖLMEYEDE...!!!

Fethullah Akti -- Taif'te Taş Yağmuru(2008)


Mısır’da uzun zamandır susmasıyla ünlenmiş iyi huylu bir derviş vardı. Birçok âkil kişi uzaktan yakından gelerek etrafında pervane olup dervişten feyz almak istiyordu. Bir gece bu derviş kendi kendine şöyle düşündü: – İnsan dilinin altında gizlidir. Böyle susup durmak olmaz. Misafirlerle konuşmak gerek. Konuşmazsam kimse benim alim olduğumu bilemeyecek. Derviş konuşunca dost düşman herkes onun Mısır’ın en cahili olduğunu anladı. Adamın huzuru ve düzeni bozuldu, rahatı kaçtı. Çaresiz, Mısır’dan çıkıp başka yere gitmek zorunda kaldı. Ayrılırken tekkenin duvarına şunları yazdı: “Çirkin yüzümü güzel sandığım için perdeyi kaldırdım. Eğer aynada kendimi görmüş olsaydım, cahillik edip yüzümü örten perdeyi yırtmazdım. İnsan sükut ederek üstünlük bulur, susmayan cahil ise rezil olur.” Sükutun her zaman bir değeri vardır: Âlime heybet kazandırır, cahil için bir perde olur. Eğer âlimsen çok konuşarak heybetini yitirme. Yok, cahilsen perdeni yüzünden sıyırma. Gönlündekileri insanlara açmak için acele etme. Bunu ne zaman olsa yapabilirsin. Fakat bir kez sır ortaya çıktı mı, onu tekrar saklamaya imkan bulunmaz. Kalem gibi susmak gerekir. Başı bıçakla kesilmeden sultanın sırlarını ne güzel sakladı. Sözü insan gibi, akıllı uslu söylemek gerekir. Yoksa hayvanlar gibi susmak daha iyidir.

Şeyh Sadi Şirâzî, Bostan

S.İhsan Erol diyor ki:


Mürsidsiz gidilen yol, niyetsiz amel etmek gibidir. Seyyid Ihsan Erol
 
 

19 Şubat 2011 Cumartesi


Veysel Karani Hazretlerine sorarlar;
"Nasılsınız?"
Cevap manidardır;"Akşama çıkıp çıkamayacağını bilemeyen bir insan nasıl olursa."
Sevenleri ısrarla kendisinden bir nasihat duymak isterler.
O gülümser ve
...
-Allah'ı bilir misiniz?
-Evet biliriz...
-Öyleyse başka şey bilmeseniz de olur...
-Efendim bir nasihat daha...
-Allah sizi bilir mi?
-Elbette bilir....
-Öyleyse başkaları bilmese de olur...


Sevdiklerinizi İncitmeyin.
Çünkü Onları Birgün; İncitmek İçin Bile Bulamayabilirsiniz..!

Uzakta mı sanıyorsun?..

Halbuki geldim!.. Ordayım, iyi bak; uzanıver içine, tut elimden al beni!.......Uzakta mı sanıyorsun?Değilim...Uzakta mı sanıyordun?
Değildim!

Orda idim!..
Yüzün avucumdaydı, ve sarı kanatların savrulup sürtünüyordu parmaklarıma...

şehir, ve şehrin göğü, ve bir nehr'olup akan zaman üstündeki şavkı bütün ışıkların;Yeşildi, ve yemyeşildi...     
İçim dökülüyordu gözlerine;En yükseklerden!..     
Bir orman gölü gibiydi gözlerin, uzuun sazların arasında;Işıltılı...Derin ormanların, yağmura doymuş dallarındaki her rengi yansıtan göllere benzeyen bu gözler, "koyu yeşil" oluyordu;Kapanmak için beni beklerken, dudakların!.. .....
Sen, akmaya hazır gözlerinle gözlerken beni...Ben, gözlerine dökülüyordum!     
şimdi ben...Nice dağlardan yuvarlanıp, sana dolduktan sonra... Açsan bile kapılarını, nereye gideyim; kanatsız bir kuş gibi?..Kafesimsin!.......
Ve nefesimsin; uzaklaşamadığım... Tuttuğum...İçimde tuttuğum!     
Uzakta mı sanıyorsun?Değilim...Uzakta mı sanıyordun?Değildim!Ve uzakta mı sanacaksın hep beni?.......
Halbuki ben; uzakta olmayacağım!..     Bak, gene geldim.Ordayım işte...Uzanıver içine, tut elimden; al beni!..  
Muammer Erkul
11 Mayıs 2002 Cumartesi
 

7 Dilek 7 Cevap

Efendimiz(a.s.m)'in huzurunda iki büklüm bekleyen sahabi,bir dizi sual sormayı istemektedir.Merhamet ve şefkat menbaı ise,ona cesaret veriyor,neyi istersen sor,buyuryor.O da günlerdir zihninde beklettiği suallerini sırayla sormaya başlıyor.
 Ya Rasulullah,ben insanların en alimi olmak istiyorum.
Allah'tan en çok korkan,insanların en alimi olur.
İnsanların en zengini olmak istiyorum
Kanaatkar olursan,insanların en zengini olursun.

İnsanların en hayırlısı olmak istiyorum.
İnsanların en hayırlısı,insanlara menfaatli olandır.

İnsanların en adaletlisi olmak istiyorum.
Öyle ise kendin için istediğini başkası içinde iste.

Allah'a en yakın kul olmak istiyorum.
Allah'ı çok zikret!

İyi hal ve ikram sahibi bir insan olmak istiyorum.
Öyle ise Allah'a ibadet ederken o'nu görür gibi ibadet et.
İmanımın mükemmel olmasını istiyorum.
Ahlakını güzelleştir ki imanın kemale ersin.

Veladet-i Nebi

ONU  ANLAYABİLMEK..

- Âyinedir bu âlem,  Herşey HAK ile kâim,
Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim!  (Sh-218 Mir’at=ayna)

-Anınla ülfet eden, bir nefes..
Haşre değin, sohbetin eyler heves”    (Azeri Çelebi-1585)

-O dem ki, fâni dünyadan Muhammed Mustafâ gitti.
Sevindi âhiret amma, bu âlemden safâ gitti .    (Aziz Mahmud-i Hudai)

-Mi’racda Cebrâil’e  kaç yaşındasın, demişti.. bakınız.   (R.beyan cilt 3-544) 

HİLKAT-İ  NEBİ

Mevlid  kitabında Süleyman Çelebi hazretleri şöyle izah ediyor :

Hak taâlâ çün yarattı Âdemi - Kıldı Âdemle müzeyyen alemi.

Mustafa Nurunu alnına kodu - Bil Habibim Nurudur bu Nur dedi.

Sonra Havvâ alnına nakletti NUR - Anın alnında  tecelli kıldı NUR.

Şiit doğdu ona nakletti bil - Durdu onda dahi nice ay-u yıl.

Erdi İbrâhim-u İsmâile hem - Söz uzânur, ger kalanın der isem.

İşbu resm ile müselsel muttasıl - Ta olunca MUSTAFÂ’ya müntakil

Geldi çün ol rahmeten lil-âlemin - Vardı NUR onda karâr etti hemin.


YÜZÜNDEKİ  NURU  GÖRÜNCE

Resulüllah’ın   mübarek   babası,   Hz.   Abdullah’ıın   yüzündeki   O   NUR’u
görünce Beni  ESED KABİLESİNİN   GÜZELİ,  “yüz  deve  vereyim,  benimle
nikahlan” demişti.

-HZ. ABDULLAH’IN CEVÂBI DÜNYALARA İBRET OLACAK TARZDA İDİ :

EMMEL HARÂMU  FEL MEMÂTU DUNEHU
VEL-HILLU LE AHELLU FESTEBİNUHU,

YAHMİL-KERİMU IRZEHU  VE DİNEHU
FE KEYFE  BİL-EMRİL-LEZİ TEBĞINUHU

(Hakikatta Haram, Ölümden beterdir. Helâl ise çok hayırlıdır, bunu iyi bil.
Kerim kişi namusunu ve Dinini korur, Nasıl olur ulu orta bana böyle şeyler
söylersin)

-Medine’den Zühreoğulları kızı Hz. Amine ile evlendikten sonra, Beni ESED
güzeli, o NUR’u takibe başladı. 

Sonra  Abdullah’ın  yüzündeki Nur’un, kendisinden Hz. ÂMİNE’ye geçtiğini
anlayınca  bir gün Abdullah’a : Şimdi artık sana olan “yüz deve teklifimi”
geri aldım, demişti.

ABDULLAH   EVLENDİKTEN   SONRA  İSE

-Ama  ne  hikmettir ki  Abdullah; iki  aylık  evli iken ticaret kervanı ile  gittiği
ŞAM’dan   dönerken   yolda   Medine-i   münevvere’de   dayıları   Necran-
oğullarının evinde vefat etti.

RÜ’Y  GÖRMÜŞTÜ 

-Hz.  Âmine’nin,  bu  ölüm  sonrasında  ilk  yalnız  kaldığı    o  acı  gecesinde, 
rü’yada bir zât gelip :

-Ey  Âmine!..  Bilesin  ki  âlemlerin  efendisine  hâmilesin  ama,  bu  sırrı
kimseye açma demişti.

TEKRAR RÜ’YA  GÖRDÜ

-Resulüllah anne karnında 6 aylık iken yine rü’ya ve o esrarlı ZAT, 
tebessüm ile âlemlerin hayırlısına hâmilesin. Adını “MUHAMMED”  koy, 
hâlini kimseye açma dedi.



VELÂDET-İ  NEBİ,     (20 Nisan 571  P.tesi )

ÂEMİNE HÂTUN Muhammed ânesi - Ol Sedef’den doğdu ol, DÜR’DÂNESİ

Çünkü Abdullahdan oldu hâmile - Vakt erişti, hafte vu eyyâmile.

Hem Muhammed  gelmesi oldu yakın- Çok alâmetler belurdî gelmeden.

Ol Rebîul Evvel âyın nîcesi - On ikinci gîce isneyn gecesi.

Ol gece kim doğdu ol hayrul-beşer ânnesi - Ondâ neler gördü neler?..

Dedi gördüm ol Habîbin annesi- Bir acep Nur, kim güneş pervânesi.

Berk urub çıktı evimden nagehan - Göklere dek NUR ile doldu Cihan.

Gökler açıldı ve fetholdu zulem -  Üç melek gördüm, elinde ÜÇ ALEM.

Biri maşrık, biri mağrıbde anın -  Biri  dâmında dikildi ka’benin.

Bildim anlardan ki ol, halkın Beg’i - Ki, yakın oldu cihâna gelmeyi.

İndiler gökten melekler sâf saf - Ka’be gibi kıldılar beytim tavâf.

Geldi huriler bölük bölük buğur - Yüzleri nurundan evim doldu NUR.

Hem hevâ üzre döşendi bir döşek - Adı sündüs Döşeyen ânı melek.

Çün göründü bana bu işler ayan - Hayret içre kalmış idim ben hemân

Yârılup dıvar çıktı evimden nâgehan - Üç bile HURİ bana oldu ayân.

Bazılar derler ki ol üç dilberin - Asiyeydi biri ol Mehpeygerin.


Biri Meryem Hâtun idi âşikâr - Birisi hem Hurilerden bir Nigâr.

Geldiler Lütfile ol üç mehcebin - Verdiler bana SELAM ol dem hemin.

Çevre yanıma gelip oturdular – Mustafâ’yı birbirine muştular.

Dediler oğlun gibi bir oğul -Yâradılâlı CİHAN, gelmiş değil,

Bu senin oğlun gibi kadri cemil - Bir anâya vermemiştir OL Celil.

Ulu DEVLET buldun ey Dildâr, sen - Dooğıserdir, senden ol hulk-i hasen.

Bu gelen ilm-i LEDÜN sultânıdır - Bu gelen TEVHİD-U İRFÂN kânıdır. 

Bu gelen aşkına devreyler felek - Yüzüne müştâkdır, insu MELEK.

RAHMETEN LİL-ÂLEMİN’dir MUSTAFA - Hem şefiul-Müznibin’dir Mustafâ.

Vasfını bu resme tertib ettiler - Ol mübârek NUR’u terğıb ettiler.

ÂMİNE eder, çün vakit oldu tamam - Kim vücuda gele ol hayrul-enâm.

Susadım gâyet harâretten kati - Sundular bir câm dolusu şerbeti

İçtim ânı oldu cismim NURA GARK - Edemezdim kendimi NUR’dan fark.

Geldi bir AKKUŞ kanâdıyla revam - Arkamı sığâdı kuvvetle hemân

Doğdu ol sâatte ol SULTÂN-I  DİN - Nura ğark oldu semâvat-u zemin





DOĞDUĞU  GECE  :

İ R Â N D A 

İranlıların kadısı rüya gördü. Bir sürü azgın deve bir alay cins arap atıyla
DİCLE suyunu geçip İRAN illerine dalmıştı.

KİSRÂ,  devlet erkanını toplamış bu rüyayı istişare  etmek istemişti. 

Bu defa Farslılların din lideri de bir rüya gördüğünü ve develer ve atların
sürüler hâlinde İran ülkesinde yürüdüğünü söyledi.

Sonra  bu  durumu  yorumlaması  için  ŞAM’da  bulunan  yüz  yaşındaki  yaşlı
(yatalak) Rahibe gidip sormaya karar verilir ve Rahip şöyle der  :

-Kader hükmünü icra eder, eğer Arapların ihyasını Allah dilemiş ise onun
önüne kimse geçemez. Ve bunları söylerken ruhunu teslim etmiştir. 
(Sh. 215)




O GECE HÂDİSELER   (Hz. Amine M. Nec.Bursalı kitabından)

1-İranda kisrânın sarayında 12 sütun birden gürültü ile yıkıldı.

2-Ateşe   tapanların   bin   yıldır   yanan   ocakları   (deniz   sanki   üzerlerine
dökülmüş gibi) sönüverdi.

3-Taberiye gölü akılları donduracak bir sarsıntı ile yerin dibine geçti.

4-Semâve  vâdisi  sanki  içinde  yüzlerce  okyanus  varmış  gibi  kaynadı  taştı
sular altında kaldı. 

5-Kâ’bede putlar secdeye kapandı.    (Sh-214)

 

MEVLİD KİTABI, YÂRADILMIŞ  BAHRİNDE

Yâradılmış, Cümle oldu Şâduman,
Gam gidup âlem, yeniden buldu CAN

Cümle zerrât-ı cihân edip sedâ,
Çağrişuben dediler ki,  MERHAB 

Merhabâ ey âl-i Sultân merhaba,
Merhabâ ey kâni irfan merhabâ,

Merhabâ ey Rahmeten lil âlemin,
Hep Seninçün yaratıdı bu semâvatu zemin..

Merhabâ ey kurretul ayni Halil,
Merhaba ey,  sensin şefiul-müznibin..



BÜLBÜLÜN   SESLENMESİ 

-Resulüllah Doğarken SEHER VAKİ bülbül  eğilip :

-Sevin   ey   nazlı   GÜLÜM   sevin   (misk   kokular   saçan)   kâinatın   gülü
Muhammed  Mustafâ geliyor. 

-Gül gonca dudaklarını kıpırdatmış ve  demiş ki  :

-Ey  Bağrı  yanık  bülbül..    Benim  böyle  açılıp  saçılmam,  kendiliğimden  mi
sanırsın? Bunlar hep,  onun aşkındandır. 

Benim özümdeki koku da, zâten onun ırmağından çağlamaktadır.

O olmasaydı, ne sen böyle (aşk ile) gönülleri delerdin, 

Ne  de  ben  DİKENLİ  DALLAR  içinde  (bu  kadar  saâdetle)  etrafa  kokular
saçardım. 

Evet, uyanık gönüller, gül ile bülbülün konuşmasını böyle dinliyorlardı.





HER  VARLIK  SEVİNÇ  NÂRALARI  ATIYORDU

-Her  varlık  kendi  lisanı  ile  sevinç  ızhar  edip,  bayram  yapmış,  birbirine,
O’nu müjdelemişti. 

Öyle karanlık devirde dünyâya güneş gibi doğdu ki, öyle güneş ki, DİL ile
anlatılamaz. Kelimelerin cılız kuvveti bu yükü taşıyamaz.     (Sh-189)

DOĞUNCA   NE DİYORDU ?..

Secdeye kapanmış da :

-Allahu ekber Allahu ekber..

-Vel-hamdu lillâhi kesîra

-Ve sübhanel-lâhi bükreten ve Asîlâ) 

-Ümmeti, ümmetî, ümmetî, diyordu. 

ANNELER SULTANI  DİYOR  Kİ

“Kulağım ağzına verdim dinledim,
-Söylediği sözü ol dem anladım :

-Derdi ki ey yüce mevlâ yüzüm tuttum sana,
Ya ilâhi ümmetim ver gil bana.

SÜLEYMAN  ÇELEBİ  NE  DİYOR  :

Tıfl iken ol diler idi ümmetin,
Sen kocaldın terk edersin sünnetin...






SÜT  ANNE’YE VERİLMESİ

HALİME  DER Kİ  İŞE  YARAMAZ, CANSIZ  BİR MERKEBİMİZ  VARDI
SÜTSÜZ,   KAVRUK  BİR DE,  DİŞİ  DEVEMİZ    (Sh-227)

Varlıkların  nuru  evimize  girince  devenin  memeleri  süt  pınarına  döndü.
Sağa sağa bitiremez olduk. .. Kocamın gözleri hayretle açıldı ve  dehşetler
içinde sordu :

-Ey  Halime,  dedi  getirdiğin  yetim  ne  uğurlu  bir  insanmış,  içimize  girer
girmez bereket yağmaya başladı.


İKİ  SENE SONRA

Ta iki sene sonra kainatın efendisi memeden kesildi. Kesilişi de bir başka
harika idi. Tekbîrler getirdi ve Allaha şükretti ve yürümeğe başladı. 

-Çocuklar  hep  oynar  fakat  o,  onlara  katılmaz  kenarda  dururdu.  Öyle  tatlı
bir gülümsemesi vardı ki,  insanın ciğerinin zarına işlerdi. 

-Kötü bir manzara seyredilecek olsa onu uyku tutar onları görmezdi. 



ANNESİNE  GÖTÜRÜLMESİ

-Sütten  kesilince  HALİME  ONU,  annesine  götürdü  fakat  tekrar  geriye
gönderme kararı verildi.

Mekke’ye gelirken : 

Ah!!    bir  de  gördü  ki,  başının  üstünde  bir  BULUT  gölge  etmekte..  O,  ne
tarafa yönelirse bulut da o tarafa hareket ediyordu. 

Bütün bunlara şâhid olan Hz. Halime büsbütün ona bağlanmıştı. 


HÂRİKALAR  HÂRİKALAR

-Hâdiseler  durmuyordu...  Çocuklar  oynayıp  dururken  gökler  ülkesinden
deste deste nurlar inmekte,  duyulmadık hâdiseler cereyan etmekte  idi .



İLK  AMELİYAT  MUCİZESİ

Hz. Halime Anlatıyor  :

5-6 yaşlarında iken (3-4 yaş diyenler de var) Oğlum koşarak geldi ve çığlık
atarak anne dedi yetiş yetiş... 
-Bir  adam  geldi  aramızdan  kardeşim  Muhammed’i  alıp  kaptı  bir  tepe
üzerine çıkardı ve karnını yardı.

-Ne dedin ne dedin?..
-Gözlerimin gördüğünü söyledim.

-HALİME İLE  HARİS hemen dışarı fırladılar. 

- Yürekleri ağzına gelmişti…  Koşarak o tarafa doğru gittiler ama, Kâinatın
efendisini gülümser bir halde buldular. 

-İkisi birden haykırdılar  :
-Ey yavrucuğumuz, sana neler oldu böyle?

-Allahın, sevgili Resulü,  tebessüm ederek diyordu  ki:

-Beyaz elbiseli iki kişi gelip beni yere yatırdılar. 

-Karnımı yardılar,  İçimde bilmediğim bir şey aradılar.
-Ey iki gözümün nuru, sen hiçbir acı duymadın mı? 

-HAYIR..
-O adamlar,  bir şey demediler mi ? 
-Tek  kelime  konuşmadılar.  Sâdece  beni  saygı  ile  selamladılar  ve  gözden
kayboldular.

-HARİS, çarpılmış gibi titriyordu. 

-HALİME ise, şok  olmuştu. Dedi ki :

-Ben  bu  çocuğun  başına  bir  hâl  gelmesinden  korkuyorum.  Bu  emâneti
annesine bir an önce teslim etmeliyim, diyordu. 

HARİS de :  Teslim etsek mi?  Diyordu.

-Fakat, -Halime, ben onun yokluğuna nasıl dayanırım dedi.

-Ama   çaresiz   Mekke’nin   yolunu   tutmuşlar.   Ve   nihaye,   bu   sevgiliyi,
annesine teslim etmişlerdi. Ama … Şimdi göz yaşları…


SÜT ANNE  HALİME’NİN  AYRILIK  GÖZ YAŞLARI 

HALİME,  köye  gidecek  ama,  gözleri  Mekke’de  kalmıştı.  Dönüp  dönüp
geriye bakıyor sanki gözü ile onu tekrar köye götermek istiyordu. O anda
hem ağlıyor, hem ağzından şu cümleler dökülüyordu  :

Feda ey güzel GÜL, can-u ten sana,
Ezelden hasretim işte ben sana.

Bütün alem BAKIR, sen bir kimyasın,
Ne laleler benzer, ne çemen sana..

Parlıyor yüzünde güneşin Nuru,
Selamlar gönderir yasemin sana..

Gözyaşı İNCİMİ, yoluna döktüm,
Sıdkıle aşıkım gönülden sana.

Ne acı imiş, ki ayrılık demi,
Hep yaşlar doldurdu bu gözlerimi,

İşte gidiyorum, Ey masum çocuk,
Ölümden beterdir, bana yolculuk.  (Sh-238) 



ANNELERİN  SULTÂNI  EBEDİ  AYRILIRKEN

6  YAŞINDAKİ  NUR TOPU  YAVRRUSUNA   ŞUNLARI  SÖYLENİYORDU

-Şarktan garba,   herkesin sevgilisi olacaksın Evladım!

-Her doğan ölür,

-Her yeni eskir,

-Her yaşlı göçer,

-Her gül solar,

-Her varlık fena bulur,

-Her nefes tükenir,

-Her ömür son noktaya gelir. 

-Ben de öleceğim, benim fani hayatım (hayat mumum) da

ECEL RÜZGARINA teslim olacak fakat, gam yemem. 

-Nur topu gibi temiz bir vekil bırakacağım aleme... 
-Öleceyim ama biliyorum ki adım, baki kalacaktır... 

-Tam  o  anda  Cihânın  Nuru  ipekten  nâzik,  tatlı  ellerini  annesinin  alnına
koydu. 
-Anneler  Sultânı  tatlı  tatlı  tebessüm  ediyordu.  O  gülüşüne,  sevinmeli  idi
belki ama :
Br de ne görsün!... Bir anda, annesinin o TEMİZ  RUHU, bedeninden ayrıldı
ve cennete uçuverdi.   (Sh-244) 

Kendisi, Henüz doğmadan babasından ayrılmış idi.

Bu defa 6  yaşına iken de Sultânlar Sultânı annesinden ayrılıyordu. 

Peygamberler   peygamberinin   63   senelik   dünya   hayâtı   işte   böyle
başlamıştı. 

Dünyâdan  hiçbir  tad aldırmamıştı. Her şeyini ebedi âleme  saklatmıştı Hz.
Mevlâ.
Yüce  Allah,  Lütfu  ile,  keremi  ile  biz  âciz  kullarını  da  O  yüce  peygamberin
şefâatine nâil eylesin. AMİN


MÂŞÂALLAH:
Beğenilen şeyler görüldüğünde söylenilen; "Bu, Allahü teâlânın dilediği ve ihsân ettiği şeydir" mânâsına mübârek bir söz.
Nazarı değen kimse, hattâ herkes, beğendiği bir şeyi görünce, mâşâallah demeli, ondan sonra söylemelidir. Önce mâşâallah denirse nazar değmez. Nazar değmesi haktır. Yâni göz değmesi doğrudur. Bâzı kimseler bir şeye bakıp, beğendiği zaman gözlerinden çıkan şuâ zararlı olup, canlı ve cansız her şeyin bozulmasına sebeb oluyor. Bunun misâlleri çoktur. Fen, belki bir gün bu şuâları ve tesirleri anlıyabilecektir. (Mevlânâ Muhammed Osman)

Miraca Giden Yol Taif’ten Geçer


Hüzün Yılı

Nübüvvetin onuncu yılı. Efendimiz aleyhisselâm’ın en çileli ve en zorlu yılı. Acıların birbiri ardınca geldiği günler.
Önce Allah Resûlü’nü çocukluğundan itibaren himaye eden, müşriklere karşı koruyan, hiçbir zaman yalnız ve yardımsız bırakmayan amcası Ebû Talib vefat etti.Onun ölümü, Efendimizin adeta kolunu kanadını kırdı.
Sonra Müslümanların ilki, müminlerin annesi, Efendimizin hanımı, sığınağı, sevgilisi Hz. Hatice, Rabbine, cennetteki yüce makamına kavuştu. Hz. Hatice’nin ayrılığı Peygamberin gönlünde silinmez bir acı bıraktı.
Ebû Talib’ten sonra Mekke, yaşanmaz bir şehir oldu. Onun sağlığında Peygambere yaklaşamayanlar, yokluğunda birer canavara dönüştü. Bu şehir durulacak gibi değildi. Mekke’deki Müslümanlar işkence altında eziliyor, Habeşistan’daki Müslümanlar ise Mekke’den müjdeli bir haber bekliyorlardı. Artık hiç kimse Müslüman olmuyordu. O halde bir şeyler yapmalı, davaya yeni bir merkez bulmalı, bu şehri terk etmeliydi.

Taif Yolculuğu

Peygamber Efendimiz, Zeyd b. Harise ile birlikte Mekke’den gizlice ayrıldı ve yürüyerek Taif şehrine gitti. Taif liderlerini İslam’a davet edecek, onlardan kendisini ve diğer Müslümanları himaye etmelerini isteyecek, Taif’i İslam Medeniyetinin sembolü yapacaktı.

Efendimiz aleyhisselâm Taif’te on gün kaldı. Bu süre içinde görüşmediği, İslâm’ı anlatmadığı kimse kalmadı. Ama Taif’in önde gelenleri, O’nunla alay ediyor, hakaretler yağdırıyor.
 Resûl-i Ekrem onlardan en azından bu şehre gelişini Mekkelilere haber vermemelerini istedi. Zira Mekke’yi terk edip bir başka yurt aradığını duyan Kureyşliler O’nu şehre sokmazlardı. Fakat Taifliler bunu dahi kabul etmedi. Taif’in önde gelenleri en az Kureyşliler kadar zalimdi.

Şehrin serserileri Efendimizin üzerine üşüşmüş, hakaretler yağdırıp küfürler ederken, Allah Resûlü onlara Tarık sûresini okuyordu.

Gönlü kırılmış, alay ve hakaretlerle bunalmış sevgili Nebi, şehri terk edeceği sırada yolun iki tarafına sıralanmış, ellerindeki taşlarla kendisini bekleyen çocukları, serserileri ve aşağılık insanları gördü. Bunlar Efendimizi taşlayacak, linç edeceklerdi. Allah Resûlü yürüdü. O yürüdüğünde vücuduna taşlar yağmaya başladı. Yaralandı, ayaklarından akan kanları görünce durup dinlenmek istedi, belki de düştü. O düşünce müşrikler O’nu kalkıp yürümeye zorladı ve O yürüyünce taş yağmuru yeniden başladı.

Peygamber’in Fedaisi Zeyd b. Harise

Zeyd b. Harise… Efendimizin üzerine titrediği, öz çocuklarından ayırmadığı sevgili Zeyd. Belki de Allah Resûlü’nün en çok sevdiği, sevdiğim dediği Zeyd. Dört bir yandan gelen taşlara karşı Peygamberini koruyan, sağa sola, öne arkaya sıçrayan, Muhammed aleyhisselâm’ın etrafında pervane olan Zeyd. Başından akan kanları görmeyip şehrin çıkışına kadar sevdiğini koruyan Zeyd. Acaba senin o günkü sevabını melekler yazabilir mi? Senin o an hissettiklerini kalemler yazabilir mi, senin çırpınışını insanlar anlayabilir mi?

Addâs’ın İmanı

Taifliler, Efendimizi ve Zeyd’i şehrin çıkışına kadar taşladılar. Son derece üzgün ve yaralı olan Peygamberimiz yol üzerinde bulunan bir bağa sığınmak zorunda kaldı.
Bu bağ Mekkeli müşriklerden Utbe ve Şeybe b. Rebîa’ya aitti. Onlar, Efendimizin halini görünce, köleleri Addâs’ı bir tabak üzümle Allah Resûlü’ne  gönderdiler.

Efendimiz kendisine gelen köleyle sohbet etti. Hıristiyan asıllı köle aniden Efendimizin başını, ellerini, ayaklarını öpmeye başladı. Taif iman etmemişti ama Addâs Müslüman olmuştu. Allah Resûlü, yaralı bir haldeyken dahi davetten vazgeçmiyor, yılgınlık göstermiyordu. Addâs’ın imanı ve mutluluğu için taşlanmaya değerdi. Zira Addâs’ın hidayete ermesi yerle gök arasındaki her şeyden daha güzeldi.

Taif Duâsı

Allah Resûlü biraz dinlenip kendine geldikten sonra iki rekat namaz kıldı.Sonra ellerini açarak şöyle dua etti:

“Ya Rabbi! Kimsesizliğimi, çaresizliğimi, insanların gözündeki değersiz halimi sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen Benim de Rabbimsin.Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan yabancılara mı? Yoksa Bana galip gelme gücünü verdiğin bir düşmana mı? Eğer Sen Bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Fakat Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Senin üzerime gazab indirmenden yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden, karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Her şey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet Sende, Senin Elindedir!”

Allah Resulü’nün En Zor Günü

O gün Efendimizin yaşadığı en acı gündü. Yıllar sonra hanımı Hz. Âişe; Uhud’dan daha şiddetli bir zorluk yaşayıp yaşamadığını sorduğunda, Resûl-i Ekrem Taif’te başına gelenleri hatırlamış ve en büyük sıkıntıyı o gün çektiğini söylemişti.

Efendimizin Merhameti

Yaşadığı bütün sıkıntılara, çektiği acılara rağmen Allah Resûlü’nün yüreği sevgi ve merhamet doluydu. Rabbine durumunu en samimi bir şekilde arz ettikten sonra gökyüzüne baktı.
Bir bulutun içinde Cebrail’i gördü. Cebrail, Efendimize bir başka meleği, Dağlar Meleğini gösteriyordu. Dağlar Meleği Efendimizin mübarek lisanından çıkacak bir söze bakıyordu. Eğer isterse iki dağı harekete geçirir ve Kureyş halkını yok ederdi. Ama âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Nebi bunu istemedi ve şöyle dedi:

“Ben onların soylarından yalnız Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan muvahhid bir neslin yetişeceğini ümid ediyorum.”

Allah Resûlü, Taiften Mekke’ye döndüğünde şehre giremedi. Mekke’ye ancak bir Mekkelinin himayesinde girebilirdi. Fakat başvurduğu kimseler Efendimizi himaye etmeye yanaşmadı. Şehrin dışındaki dağlarda üç gün boyunca beklemek zorunda kalan Peygamberimiz nihayet Mutim b. Adiy’in himayesi altında Mekke’ye girebildi.

Allah Azze Celle, davet yolunda bunca sıkıntıya maruz kalan, sevdiklerini kaybeden, hicret etmeyi göze alan ve gittiği yerde en ağır işkencelere uğrayan, vatanına geri dönüşünde dahi pek çok zorluğa göğüs geren Habibini, hiçbir kula nasip olmayan, akılların almadığı büyük bir mucize ile ödüllendirdi. Taif’te taşlanan Kul gökyüzüne yükseldi.

Mutlu BİNİCİ

DUA

18 Şubat 2011 Cuma

Cuma Geceleri :(






Meşayihten rivayet olur ki;
Cuma geceleri yahut Cuma günü, ölenlerin ruhları evlerin kapılarına gelirler ve şöyle hitap ederler:


“Ey sevgili oğlum ! Ey sevgili kızım ! Ey kardeşim ! Ey evimde oturanlar ! Türlü türlü nimetler yiyorsunuz. Biz kabirde açız, sususuz, karanlık yerdeyiz. Siz aydınlıkta, biz karanlıktayız. Siz yumşak yataklarda, biz çıplak, topraktayız. Bizi hiç anmıyorsunuz. Bizi unuttunuz. Sizden rica edip, sizlere yalvarıyoruz. Bizim için sadaka ve hayır ediniz. Bizim için dua ve istiğfar ediniz ki, bizlere yiyecek, aydınlık, yatak ve örtü olsun. Bu yaptığınız hayır hasanat, dua ve istiğfar bizim için büyük hediyedir.” Diye ta sabaha kadar yalvarıp yakarırlar.”Bari bunları yapmazsanız, sofranızdan artmış ekmekleri köpeklere ve kedilere bizim ruhumuz için veriniz.. “Bize sevabını bağışlayınız.” Derler. Bu zevatın akrabasından birisi hayır eylese sevinirler.”Allah sizden razı olsun, sizleri de Allah sevindirsin. Siz bizleri unutmadınız. Allah sizi iki cihanda aziz eylesin” deyip giderler. Şu kimseler ki, ölülerini hayır ile yad etmezler, ölülerinin ruhları da öylece beddua ederler. “ Allah’ü Teala sizleri mahrum etsin. Sizin bizi mahrum ettiğiniz gibi.” Deyip boyunları bükük mahzun olarak giderler. Bu haberin sahih olmasına delil olarak bu hadisi şerif-i gösterdiler:


“Adem oğlunun ameli, pazartesi ve perşembe günü Allah’ü Teala’ya arz olunur. Lakin sılayı-rahmi terk edenin ameli hayriyesini Allah kabul etmeyip, red eder. Yapılan hayrın peygamberlere ve babaya, anaya arz olunması Cuma günüdür.”


Ey insan oğlu ! Sonumuz ölümdür. Hayır ile anarsak, hayır ile anılırız. Dünyanın bekası yoktur.Mamurlar harap olsa gerektir. Düzenler bozulur, imaretler, saraylar yıkılır. Sevdiğiniz mallarınız sevmediklerinize kalır. Her gün bir Melek şöyle hitap ediyor, şöyle nida ediyor: “Doğum, ölmek için. Binalar yaptın, harap olmak için” Harap olacaktır, sonu ölüm ve harap olmaktır. Verilen nimetler harap olsa gerek. Mutilere sevap, asilere ikab vardır. Akıllı olan kimse, ahiretini yapar. Mümkün olduğu kadar kendini ve ehlini, evladını, etbaını Allah rızasında ve ebedi mülke yetiştirmeye çalışır. Ölüsünü, dirisini Hak’ka yarar amel ile memnun eder....

15 Şubat 2011 Salı

İyi Bir İnsan OL...



İYİ BİR İNSAN OL
Eğer zirvede çam olamazsan,
Vadide bir çalı ol,ama ol.
Derenin yanındaki en güzel çalı sen ol.
Ağaç olamazsan ,küçücük bir çalı ol.
..........
Anayol olamazsan,ol bir patika.
Güneş olamazsan ,ol bir yıldız.
İster büyük ol,ister küçük,
Her zaman ,en iyi ol yalnız.

dünya şirin


Kimi yaya kimi atlı, kimi uçar çift kanatlı,

dünya şirin baldan tatlı, bal içinde tuzlar saklı...

Seni Anlatmak (Aleyhissalatu Vesselam)


Seni anlatmak ne mümkün Ey Nebi

Senden konuşmak için dili susturmak gerek

Kalbi söyletmek gerek Hz. Enes gibi

Sen yetim bırakınca aşıklarını

Herkes anılar anlatırdı Sana dair

Ama Enes bir köşede oturmuş

Boynu kucağında öylece beklerdi

Yine bir gün senden konuşulurken arkadaşları ona

Ey Enes neden sen anlatmıyorsun

Senin bir hatıran yok mudur Rasulullah'la

Yoksa hatırlamaz mısın

Usulca başını kaldırdı Hz Enes

Kan çanağı olmuştu gözleri

Hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş meğer herkesten uzak

Kan rengi yaşlarını sildi önce
Vallahi dedi vallahi benim Rasulullah sız bir anım geçmez

Siz O nu öldü artık yok mu sanıyorsunuz

Vallahi onun ruhu her an benimle

O nun Gül kokusu hala tenimde

Seni anlatmak ne mümkün Ey Nebi

Kalbi konuşturmalı Hz Enes gibi

Sana aşık olmak ne mümkün Ey Nebi

Seni sevmek için Ka’b gibi yürek ister

Sensiz hayatı istemeyen bir yürek

Vefat ettiğini duyunca Hz Ka’b

ALLAH'ım dedi duydum ki Peygamber ölmüş

Onsuz bir hayatı istemiyorum

Rasulullah olmadan yaşamışım ne çıkar

Ne olur Yarabbi benim de canımı al

Ve o da Seninle aynı gün ruhunu teslim etti

Seni sevmek ne mümkün Ey Nebi

Sana bağlanmak için bir ömür vermek gerek

Hz Ebubekir gibi

Seni görmeden sevmek rahip Yemliha gibi

Çok uzaklardaydı Yemliha

Hak Rasulü olduğunu duyunca

Hasret dolu,sevgi dolu bir mektup yazdı Sana
 
Ey ALLAH ın hak Rasulü Muhammed

Ben Seni göremedim ama

Buradan tasdik ediyorum ki sen Rasulullahsın

Olur da Sana yetişemezsem ne olur Efendim ne olur

Ey Muhammedim mahşerde hatırla beni

Seni sevmek ne mümkün ey nebi

Sana tutulmak için ölmek gerek Ka’b gibi

Sana kavuşmak ne mümkün Ey Nebi

Vuslata ermek için çölleri aşmak gerek

Yollarında can veren Veysel Karani gibi

Sana kavuşma arzusuyla yanıp tutuşan
Veysel Karani

Seni görmek için izin alınca annesinden

Evladım dedi annesi

Eğer Muhammed (sav)evde yok ise geri dön

Bir sadakat bahçesiydi Veysel Karani

Gelip evde bulamayınca seni

Geri döndü annesinin yanına

Sen mescidindeydin o zaman

Annesini kırmamak için Üveys mescidine gelmedi

Ama sadakat nuru yansımıştı hane_i saadetine

Eve geldiğinde anlamıştın onun geldiğini

Mübarek hırkanı çıkarıp hediye göndermiştin ona

Ve özlem dolu bir dua talebinde bulunmuştun

Veysel'e söyleyin ümmetime dua etsin

Sana kavuşmak ne mümkün Ey Nebi

Sana ermek için canı yok saymak gerek

Görmeden de olsa uğrunda ölmek gerek

Veysel Karani gibi

Bizler Senden çok uzakta yaşarız

Ama bilirizki ALLAH ın kudretiyle bize uzak değilsin

Ve şunu da biliriz ki ümmetinden gafil değilsin

Ya RasulAllah biz seni ANLAYAMADIK

Senden konuşamadık Hz Enes gibi

Sana aşık olamadık Ebubekir gibi,Yemliha gibi

Sana kavuşamadık Veysel Karani gibi

Ama ALLAH a andolsun ki

Bunlar gibi ölmeye uğrunda can vermeye HAZIRIZ
Fethullah Akti-Taif'te Taş Yağmuru(2008)

12 Şubat 2011 Cumartesi

Yâr!



Dedim, "Ne güzelsin yâr."
Dedi, "güzelliğim neydi ki?"
Dedim, "yüreğini görmekti, gözlerine dalmaktı, içindeki âşk'ı bulmaktı.
Dedi, "âşk neydi ki yâr?"
Dedim, "gönlüme seni düşürene dua edip, O'nun âşkını bilmeden seni bulmaktı yâr"
Dedim... "buldun mu?"
...Dedi, ELHAMDÜLİLLAH
 O'nu bulmadan seni bulsam bu "AşK" olmazdı yâr!

11 Şubat 2011 Cuma

Ahh Sevgili


Ey beni en en çok sevenim..
Ey beni en en çok kollayıp-gözetenim..
Ey sesimi hep duyanım! Yaralarımı saranım..
Eyy hiç darılmayanım! Çağırınca koşarak gelenim!

Ey bana benden yakınım! Ey beni en çok bilenim!
Ey en çirkinimden sonra bile “gel” diyenim!
Eyy! Dünya terketse, hiç terketmeyenim!
Ey en en vefalım..Ey Sevgili, en sevgili! Meded!..

Ahh.. Ey kadrini hiç bilemediğim!
Ahh.. Ey nefsimin ilk şahlanışında bir kenara ittiğim..
Ahh.. Ey “Sendeyim” deyip, ülfetlerde kaybettiğim!
Ahh.. Ey “Yalnız Sana..” deyip, gayrısına kulluk ettiğim..

Ahh Sevgili! En en Sevgili..
Ahh ya Vedud! Ya Rahim! Ya Sabur...
Ahh ya Tevvab! Ya Afuvv..
Ahh ya Rabbi! Ahh Allah’ım Af Allah’ım!
Tut sana müştak yüreğimi, affet beni....

Ayşe Reşad

Alem


İki alem vardır: İlki varlık alemi, ikincisi manâ alemi.
Varlık alemi gündüz gibidir, olanı biteni açıkça görürsün, kendini kolayca ele verir. Manâ alemi ise gece gibidir, onu bulmak için mutlaka gönül ışığını yakman gerekir.

Mevlana

10 Şubat 2011 Perşembe

Hazreti Lokman Hakîm’in nasîhatlerinden:



Lokmân Hakîm -aleyhisselâm-, peygamber veya velîdir. Hekimlerin pîridir.
Kendisinin hikmet verilenlerden olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’de kendi adıyla anılan “Lokmân Sûresi”nde şöyle bildirilmektedir:

“And olsun ki Biz Lokmân’a: «Allâh’a şükret!» diyerek hikmet verdik. Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allâh hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü hamde lâyıktır.” (Lokmân, 12)

İmâm Mâlik anlatıyor:
“Bana ulaştığına göre, Lokmân Hakîm’e:
«–Sende gördüğümüz bu (meziyetin mâhiyeti) nedir?» diye sormuşlardı. (Bununla onun fazîletlerini kastetmişlerdi.)
Şu cevâbı verdi:
«_Doğru sözlülük, emâneti yerine getirmek, beni ilgilendirmeyen şeyi terk etmek ve ahde vefâ göstermek.»” (Muvattâ, Kelâm, 17)

Lokmân Hakîm’in hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatleri Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilmektedir:

“Lokmân, oğluna nasihat ederek: «Yavrucuğum! Allâh’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür (karanlıktır).» dedi.” (Lokmân, 13)

“–Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allâh onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allâh, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdârdır.” (Lokmân, 16)
“–Yavrucuğum! Namazını dosdoğru kıl! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış! Başına gelenlere sabret! Doğrusu bunlar, azmedilmesi îcâb eden, (büyük bir azim ve kararlılık gerektiren) işlerdir.” (Lokmân, 17)

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zîrâ Allâh, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez!” (Lokmân, 18)

“Yürüyüşünde mûtedil ol! (Ne çok hızlı, ne de yavaş yürü! Sükûnet ve vakarını muhâfaza et!) Sesini alçalt! (Bağırıp çağırarak konuşma!) Unutma ki, seslerin en çirkini merkep sesidir.” (Lokmân, 19)

“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce Bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır. (Bununla beraber) eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme! Onlarla dünyâda iyi geçin! Bana yönelenlerin yoluna uy! Sonunda dönüşünüz ancak Banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.” (Lokmân, 14-15)

“Lokmân oğluna dedi ki:
«Âlimlerin meclislerinde bulun! Hakîmlerin sözlerini dinle! Çünkü Allâh, yağdırdığı bol yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi ölü kalbi de hikmet nûruyla diriltir.»” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 125)
Lokmân Hakîm, bir nasihatinde de şöyle demiştir:
“Pek çok enbiyâ -aleyhimüsselâm-’a hizmet ettim. Kelâmlarından sekiz sözü hulâsa olarak seçtim. Eğer dikkatli olur da, bu sekiz hasletle amel edersen, kurtuluşa erersin:
1. Namazda iken kalbini,
2. İnsanların arasında iken dilini,
3. Sofrada elini,
4. Başkasının evinde iken de gözünü muhâfaza et.
Diğer dört hasletin de ikisi dâimâ hatırlanması, ikisini ise unutulması îcâb eden şeylerdendir:
Her ahvâlde hatırlayacağın iki husustan birincisi, Allâh Teâlâ’dır ki, O’nu çokça zikret! İkincisi ise, ölümdür ki, onu da hiç unutma!
Unutacağın iki şeyden biri, başkasına yapmış olduğun iyiliklerdir ki, hemen unut! Bir de, başkalarının sana yapmış olduğu kötülükleri unut!..
Lokmân Hakîm’in mûteber kitaplarda nakledilen nasihatlerinden bazıları da şöyledir:
“Ey oğlum! Takvâyı kendin için âhiret sermâyesi edin! Çünkü takvâ, mal ve mülk ile olmayan bir ticârettir!”
“Ey oğlum! Cenâzede hazır bulun! Çünkü cenâze, sana âhireti hatırlatır. Haram ve günahlar ise, senin dünyâya karşı meylini artırır.”
“Ey oğlum! Yalan söyleyen kimsenin nûru gider. Kötü huylu olan kimsenin gam ve kederi çoğalır.”
“Ey oğlum! Anlayışsız kimseye bir meseleyi anlatmak, ağır bir kayayı yerinden oynatmaktan daha zordur.”
“Ey oğlum! Câhili bir yere elçi olarak gönderme! Eğer akıllı ve hikmet sâhibi birini bulamazsan, kendin git!”
“Ey oğlum! Dünyâ derin bir deniz gibidir. Çoğu insan orada boğulmuştur. Takvâ gemin, îman yükün, tevekkül hâlin, sâlih amel azığın olsun! Kurtulursan Allâh Teâlâ’nın rahmetiyle, boğulursan günâhın sebebiyledir.”
“Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın! O her sabah, zikir ve tesbîh ediyor, sen ise uyuyorsun!”
“Mide dolarsa, tefekkür uykuya dalar. Âzâlar da ibâdetten geri kalır!”
“Ey oğlum! Öyle arkadaş seç ki, ayrıldığınız zaman, ne sen onları, ne de onlar seni dillerine dolasınlar!”
“Dostlarını koru! Yakınlarını ziyâret et!”
“Ey oğlum! Üç şey, üç şeyle bilinir: Hilim gazap ânında, şecâat harb meydanında, kardeşlik ise ihtiyaç ânında.”
“Günahlar dışında, arkadaşlarına muvâfakat eyle!”
“Ey oğlum! İnsanlar her gün ibâdet ve tâati ihmâl ettikleri hâlde nasıl olur da va’dolundukları azaptan korkmazlar!”
“Ey oğlum! Dünyâdan yetecek kadar al, ona kapılma, aksi hâlde bu, âhiretine zarar verir. Dünyâdan tamâmen de el-etek çekme, yoksa insanlara yük olursun. Oruç tut, bu, şehvetini kırar. Ancak seni namazdan alıkoyacak kadar da çok oruç tutma! Çünkü Allâh katında namaz, oruçtan daha büyüktür…”
“Ey oğlum! İyiliği, ondan anlayana yap. Nitekim koç ile kurt arasında dostluk olmadığı gibi, iyi ile kötü arasında da dostluk olmaz. Çekişmeyi seven, hakârete uğrar; kötülük olan yerlere giden, töhmet altında kalır; kötülüğe yaklaşan, kendini kurtaramaz ve dilini tutmayan pişmân olur.”
“İyilerin hizmetinde bulun; fakat kötülerle dostluk kurma!”
“Ey oğlum! Emîn bir kimse ol ki, zengin olasın. Kalbin günah lekeleriyle dolu olduğu hâlde insanlara, Allâh’tan korkuyormuş gibi görünme.”
“Kendini unutup da insanlara iyiliği emretme! Yoksa senin durumun, insanlara ışık verdiği hâlde kendisi yanarak tükenen muma benzer!”
“Ey oğlum! Küçükken edepli olursan, büyüdüğünde faydasını görürsün!”
“Küçük işleri umursamazlık etme! Çünkü küçük, yarın büyüğe dönüşür.”
“Ey oğlum! Gönlünü kederlerle ve üzüntülerle meşgul etme. Aç gözlülükten sakın. Takdîre rızâ göster. Allâh tarafından sana verilene kanâat et ki, hayâtın güzelleşsin, gönlün sürûrla dolsun ve hayattan zevk alasın.”
“Ey oğlum! Dünyâ hayâtı kısadır. Senin oradaki ömrün ise daha da kısadır. Bu kısa ömrün de az bir kısmı kalmıştır.”
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Lokmân Hakîm’den haber vererek şöyle buyurdu:
“Lokmân, oğluna: «Allâh Teâlâ, kendisine emânet edilen şeyi korur! Ben de seni, malını, dînini ve amelinin sonunu, Allâh Teâlâ’ya emânet ediyorum!» dedi.” (İbn-i Hanbel, II, 87)
Rivâyete göre Lokmân Hakîm’in yüzük taşında:
“Gördüğünü gizlemen, şüphe ettiğini açıklamandan daha güzeldir!” yazılı idi.

 
“İnsanların elindekine göz dikme!”

Hazreti Lokman Hakîm’in nasîhatlerinden:
Yavrum, kötü huydan, sıkıntı vermekten, sabırsızlıktan sakın! Bu hasletler karşısında hiçbir arkadaşın sana dürüst davranmaz ve seninle aralarında dâima bir mesafe bırakırlar. İşini sev; sık sık karşılaştığın olaylar karşısında sabret! İnsanlara karşı güzel huylu ol! Zira huyu güzel olan, herkese güler yüz gösteren ve bunu yaygınlaştıran, iyiler yanında nasîbini alır; ona karşı iyi kimseler sevgi besler, kötüler de ondan uzaklaşır.
Yavrum, gönlünü kederlerle ve kalbini üzüntülerle meşgul etme. Aç gözlülükten sakın. Takdire rıza göster. Allah tarafından sana verilene kanaat et ki hayatın güzelleşsin, gönlün sürurla dolsun ve hayattan zevk alasın. Eğer dünya zenginliklerinin senin için bir araya getirilmesini istersen, insanların ellerinde olanlara göz dikme! Zira peygamberleri bulundukları mertebeye ulaştıran şey insanların ellerinde bulunanlara göz dikmemeleridir.
Yavrum, dünya hayatı kısadır. Senin oradaki ömrün ise daha da kısadır. Bu kısa ömrün de daha az bir kısmı geride kalmıştır.
Yavrum, iyiliği ehline yap, ehil olmayana iyilik yapma; yoksa o, dünyada boşa gider, ahirette de sevabından mahrum olursun. İktisatlı ol, savurgan olma; cimrilik derecesinde mala sarılma, israfa varacak şekilde de onu dağıtma!
Yavrum, hasetçinin üç belirgin özelliği vardır: “Gıyabında dostunu çekiştirir. Yanında olduğu zaman ona yaltaklanır, o bir musibete düçar olduğunda da ona sevinir.”
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Üç şey, kişiye ayıp olarak yeter: 1- Kendi kusurunu görmeyip, başkalarındaki aynı kusuru görmek. 2- Kendi utanç verici hâlini görmeyip, başkalarının aynı durumundan utanç duymak. 3- Düşüp kalktığı kimselere sıkıntı vermek.)
(Cehenneme ilk girecek üç kişi: 1- Zalim emîr. 2- Allahın hakkını ödemeyen zengin. 3- Kibirli fakir.)
(Bereket üç şeydedir: 1- Cemaatte. 2- Sahur yemeğinde. 3- Tiritte.[Et suyuyla yapılan bir yemek])
(Üç bakış ibadettir: 1- Ana babanın yüzüne bakmak. 2- Mushafa bakmak. 3- Denize bakmak.)